Bertell Ollman*-2005
Benim
önerdiğim basketbol versiyonunu izleyen veya oynayan insanlar artık seri, çevik
ve azimli olmanın, takım oyununun ve fair play'in gerçek hayatta da kendilerine
başarı getirmesini ummayacaklar, bunun yerine toplumumuzun nasıl işlediğine
dair bir şeyler öğrenecekler - $$$$$$$$$.
Basketbolun kuralları yıllar içinde defalarca değişti; bu
bakımdan eğer ben de bu harika oyunu daha iyi hale getirmeye yönelik birkaç
değişiklik önerirsem buna kimse itiraz etmez herhalde.
İlk olarak, sadece bu oyunu seyretmeye gelenlerden değil onu
saha içinde oynayanlardan da katılım ücreti alırdım. Kim daha çok öderse o
kadar oyun içinde kalır.
İkincisi, atılan her şut için para alınmalı; şut ne kadar
kolaysa, fiyatı da o kadar fazla olmalı.
Üçüncü olarak, fauller mevzuuna gelirsek, hakemlere para
vermek serbest olmalı ki size faul vermesinler (yürümek veya hatalı top sürme
de bu şekilde serbestleştirilebilir).
Dördüncüsü ve belki de en önemlisi, potaların her iki takım
için de aynı yükseklikte olmasını bana kimse açıklayamaz. Fazla para ödeyen
takıma potasını aşağıya çekme hakkı tanınmalı; bunun iki katı para öderse de
diğer takımın potasını yükseltme şansına sahip olmalı.
Mevcut kuralların varlığında, uzun boylu olan, kendini daha
iyi koordine eden, hızlı koşabilen ve daha yükseğe zıplayabilen oyuncular her
türlü avantaja sahip oluyorlar. Benim kurallarım geldiğinde bu insanların sahip
olduğu avantajlar gidecek, yerine şimdiye kadar basketboldan hiç nasibini
alamamış başka bir grup insanın istifade edeceği başka avantajlar gelecek. Bu
yeni insanlar kim diye sorarsanız: zenginler. Benim kurallarım sayesinde
zenginler kazanmak için gerekli olan tüm "yeteneğe" sahip olacak ve
toplumun diğer alanlarında olduğu gibi basketbol sahasında hiç yenilmeyecek.
Bazı okuyucuların "yok artık" dediğini duyar
gibiyim. Diyeceksiniz ki "Bu nasıl olup da basketbolu DAHA İYİ bir oyun
haline getirecek?" Bu, sizin bu oyun hakkında ne düşündüğünüze, ona
yüklediğiniz temel amaç ve anlamın ne olduğuna bağlı olarak değişir, öyle değil
mi?
Basketbolun temel olarak yaptığı şeylerden birisinin bizim
eğlenmemizi sağlamak olduğu kesin. Fakat, diğer bütün oyunlar gibi, basketbol
da, toplumun nasıl işlediğine ve -bazen örtük, çoğu zaman da açık bir şekilde-
böyle bir toplumda nasıl öne geçebileceğimize dair sadeleştirilmiş bir model
sunar. Bunu kendi kuralları ve bu kurallara uyan (veya bu kurallara uyanları
takip eden) insanların yaptıkları ve deneyimledikleri şeyler vasıtasıyla ve
aynı zamanda bu deneyimlerin hayatın geri kalanında da geçerliliği olduğuna dair
insanların bu oyun sayesinde düşünmeye teşvik edildikleri bazı önkabuller
içerisinden yapar. O zaman basketbol eğlenmekle olduğu kadar öğrenmekle de
ilgilidir. Eğitim basketbolun derindeki manasını oluşturan unsurlardan biridir.
Bir öğretmen olarak basketbol gibi oyunların pedagojik işlevini çok ciddiye
alıyorum. İyi ama mevcut haliyle basketbol bize içinde yaşadığımız dünyanın ne
derece doğru bir tablosunu sunuyor? Şöyle söyleyelim, patronunuzun ya da ev
sahibinizin faul yaptığını bir söyleyin bakalım, ne oluyor?
Oyunlar, elbette, insanları, içinde yaşadıkları toplumu
sistematik bir şekilde yanlış anlayacak şekilde sosyalleştirme işini okullar,
kiliseler, aileler, medya hükümet ve piyasa ile birlikte yürütüyor. Fakat
bunların arasından sadece oyunlar, bize öğrettikleri şeyleri yarattıkları
hazzın arkasına saklamayı becerebiliyor. Eğlencenin eğitimin parçası
olamayacağı inancının varlığında, oyunlar, (ki eğitim okullardan, okumadan ve
sınavlardan ibaret bir şey gibi anlaşılır) diğer sosyalleşme araçlarına
yöneltilen eleştirel incelemelerden nasibini alamamıştır. Diğer yandan eğer haz
anlarında edinilen fikirlerin hem öğrenmesi kolay hem de vazgeçilmesi zor ise
-ki ben öyle olduğunu sanıyorum- o zaman basketbola SADECE bir oyun gibi
yaklaşmak devasa boyutta bir ideolojik teslimiyete işaret etmektedir.
Basketbol için önerdiğim bu yeni kurallar bunu tümden
değiştirebilir. Benim önerdiğim basketbol versiyonunu izleyen veya oynayan
insanlar artık seri, çevik ve azimli olmanın, takım oyununun ve fair play'in
gerçek hayatta da kendilerine başarı getirmesini ummayacaklar, bunun yerine
toplumumuzun nasıl işlediğine dair bir şeyler öğrenecekler - $$$$$$$$$.
Basketbolu benim koyduğum kurallara göre oynamak, insanların geleceğin nelere
gebe olduğu konusunda yanlış bir şekilde eğitmektense, kapitalist toplumdaki
yaşama ve en sonunda da adaletsiz ve ezici buldukları şeylerin defterini
dürmeye hazırlayacak. Kabul ediyorum, bu haliyle oyun eğlencesinden bir şeyler
kaybedecektir, fakat süreç içerisinde "Umudunu diri tut" şeklindeki
saf ezber, yerini "İstediğin şeyleri değişimleri yaratabilmek için
örgütlen" şeklindeki siyasi çağrıya bırakacak.
Bu noktada, bazı okuyucular muhtemelen eğer basketbol bu
kadar kötü bir eğitim veriyorsa, o zaman onu belki de tamamen ortadan kaldırmak
gerekir diye düşünecektir. Bu oyunda aynı derecede önemli ve aynı derecede
örtük, fakat bu kez tamamen olumlu bir anlam bulmuyor olsaydım buna katılırdım.
Bunun ne olduğunu görmemiz için öncelikle şunu sormamız gerekiyor: Hem
oyuncuların hem de izleyicilerin basketbolda en hoşlarına giden şey nedir? Zannetmiyorum
ki smaçlar ve hatta zor atışlar olsun. Çoğumuzu basketbolda asıl
heyecanlandıran iyi takım oyunu, yani topun hareketleri tam bir eşgüdüm
içerisindeki üç, dört veya beş oyuncu arasında gidip gelmesi ve sonra da bunun
ödülünün, topun potaya temiz bir şekilde gitmesiyle alınmasıdır. Her oyuncunun
becerisi, oyunu okuyabilmesi ve zamanlaması hepsi devrededir; ama bunlar ancak
her birinin hareketlerinin bir grubun hareketi halini almasıyla, yani tek tek
oyuncular değil onların oluşturduğu takım merkezde olunca "işe yarar"
hale gelir. Fiziksel ve zihinsel enerjimizi işbirliğine dayalı bu tür başarılı
edimlere verdiğimizde çok tatmin olmuş hissederiz. Bu aynı zamanda eşine az
rastlanır bir durumdur; zira böylesine yoğun bir işbirliğini icra etmek ve
bunun meyvelerini hemen ve açık bir şekilde almak hayatın pek az alanında mümkündür.
Hem oyuncular hem de seyirciler için bunlar bir anda gözüküp aynı hızla
kaybolan harika bir şeyin, bir cemiyet idealinin anlık görüntüsünün yakalandığı
ütopik anlardır.
Eğer basketbol bize bir tür ütopyacı anlar sunuyorsa, daha
fazlasının açlığını neden hissetmiyoruz? Bence hissediyoruz ama çoğumuz bunu
açığa vuramıyor. Bizi bu kadar havalara uçuran şeyin ne olduğundan tam emin
olamadığımızdan hayatımızın geri kalanında tam olarak neyin eksik olduğunu
tespit etmekte de güçlük çekiyoruz. Esasında basketbol bu anların her ikisini
de içinde barındırır. Bunlar bir yandan birbirleriyle diğer yandan da aynı
derecede oyunun oynandığı toplumun kanunları ve âdetleri ile çarpıcı bir
çelişki içerisindedir. Birincisi, yani basketbola bir eğitim olarak yaklaşmak
ve onun toplumun nasıl işlediği ve böyle bir toplumun ötesine nasıl geçileceği
konusundaki rolünü ciddiye almak basketbolu gerçek hayata daha fazla benzetmeye
çalışma çağrısı içeriyordu. O zaman önümüzde şu iki seçenek bulunuyor: ya
toplumu olduğu gibi koruyup yukarıda yapmayı denediğim gibi basketbolun
kurallarını değiştireceğiz (böyle yapmak muhtemelen bu oyunun oynanmasını daha
az eğlenceli hale getirecektir), ya da basketbolu olduğu gibi koruyup, toplumu
radikal bir şekilde değiştireceğiz (bu, eğlenceyi aynı düzeyde tutacak belki
daha da artıracaktır). Eğer tutarlılığımızı korumak ve sürekli hayal kırıklığına
uğramaktan kurtulmak istiyorsak bu durumu, yani basketbolun bir yandan zayıf
bir eğitim verirken aynı zamanda üzerinde düşünülmemiş ütopyacı özlemleri
kışkırtması durumunu, olduğu gibi bırakmayı seçemeyiz. Basketbolu, hayata daha
benzer hale getirmek için ne yapılması gerektiğini zaten en başta belirtmiştim.
Peki ama hayatı basketbola benzetmek neyi içermektedir?
Basketbol oyununda idealize ettiğimiz işbirliği sorunsuzca
işleyen her hangi bir demokrasi için elzemdir; aynı zamanda hâlâ "demokrasinin"
Abraham Lincoln tarafından yapılmış şu en iyi tanımının merkezinde yer
almaktadır: "İnsanların, insanlar tarafından ve insanlar için
yönetilmesi". Bizler, ABD'de bir çeşit demokrasiye sahibiz, ama onun
uygulanabildiği siyasal alanda bile, Florida'daki son olayların ve dönen büyük
paraların seçimler üzerindeki utanç verici etkisinin de gösterdiği gibi, kapsam
açısından oldukça sınırlı ve ciddi anlamda kusurlu olduğunu bilmek gerekir. Bu
ve daha bunun gibi pek çok özelliğine rağmen, yine de siyasal olarak bir çeşit
demokrasiden istifade ettiğimizi söyleyebiliriz. Öte yandan hayatımızın iş,
eğitim, kültür, sağlık, barınma ve iletişim gibi diğer önemli alanlarında ne
yapmamız gerektiğini, üzerinde denetim sahibi olamadığımız az sayıdaki insan
bize söylemektedir. Bu alanlarda ne hesap sorabilme, ne seçim, ne de karar alma
sürecine katılabilme söz konusudur. Ne işbirliği yapabilme ne de işbirliği ile
birlikte gelen gücü ve doyumu deneyimleyebilme şansına sahibiz. Bu alanlarda
toplumsal etkileşimlerimiz üzerinde demokrasiden çok bir tür feodal ilişkiler
hâkim olmuş durumda. Bir şeyleri kaçırıyor olabilir miyiz? Emin olun öyle.
Basketbolda iyi bir takım çalışmasına dahil olduğumuzda ya da bunu sadece
izlediğimizde aldığımız yoğun haz, içimizde bir yerlerde bu eksik kalan şeyi bildiğimizi
ve hatta böyle pozitif hisleri deneyimleme fırsatlarını sunacak bir hayatın özlemini
çektiğimizi gösteriyor.
Bir komedyen ve aynı zamanda siyasal aktivist olan Dick
Gregory şöyle demişti: "Eğer demokrasi bu kadar iyi bir şeyse, o zaman
daha fazlasına sahip olalım". Bu kadarı yeterince açık gözüküyor. Böyle
bir şey olsa, insanların işbirliği yapma ve bu işbirliğinin getireceği psişik
faydalardan istifade etme fırsatları kesinlikle artardı. Fakat "demokrasiyi
hayatın her noktasına kadar genişleten" bir toplum, nasıl bir toplumdur?
Bir zamanlar Amerikan Sosyalist Partisi'nin lideri olan Protestan papazlarından
Norman Thomas'a göre işte bu sosyalizmin olabilecek en iyi tanımıdır. Basketboldaki
bahsettiğimiz en derindeki, en gizli ve en içteki anlam, basketbolun yanlış
yönde eğitim ile ütopik ideal şeklindeki çelişkili fonksiyonlarının altında yatan
ve bunları açıklamaya yardımcı olan şey de bu, yani sosyalizm olmasın sakın. Ne
yazık ki bugün basketbolda takım çalışmasına bayılan ve bu basketbol sevgisinin
arkasında, gizli bir şekilde, hayatta daha fazla işbirliği olması arzusunu ve
böylelikle de toplumun genelinde demokrasinin yayılması ihtiyacını hisseden
insanların ancak çok az kısmı istedikleri ve ihtiyaç duydukları şeyin aslında
sosyalizm olduğunu kabul edebilecektir. Çoğu için bu terim sosyalizmin kök
salamayacağı kadar fakir olduğu birkaç Üçüncü Dünya ülkesindeki ve konuda
hakikatleri anlatamayacak kadar zengin patronlara sahip kendi kapitalist
medyamızdaki (gerçi kapitalist olmayan bir medya var mı ki?) sosyalizm
karikatürleri tarafından lekelenmiştir. Madem basketbolun en derindeki manası
sosyalizmdir, o zaman "ne yapmalı" sorusuna yönelik tartışmamızda
"sosyalizm" teriminin yerine "basketbol" terimini kullansak
ne değişir ki?
Amacımız ne mi? Bütün yaşamı basketbol kadar ilginç, adil,
dayanışmacı ve bir o kadar da eğlenceli hale getirmek. Basketbolun kuralları ve
oyun biçimi böyle bir toplumdaki hayat için bize mükemmel bir eğitim sunabilir.
Sloganımız ne mi? "Dünyanın tüm basketbol oyuncuları
birleşin; koçlarınızdan, patronlarınızdan ve ev sahiplerinizden başka
kaybedecek hiçbir şeyiniz yok". Tadını çıkarmaya değer bir oyun -ve bir
dünya- var kazanacak.
Oyunlar ilk çıkışında ve özünde toplumsaldır... Bu bağlamda eleştirinin ne denli farklı bir dil ve eğlenceli biçimde yapılmış olmasını görmek açısından çok hoş ve öğretici bir yazıydı... Emeğinize sağlık...
YanıtlaSilKeşke bu yazıyı sonuna kadar okuma sabrını gösteren insanlar çok olsa. Bitirenler anlasa ve düşünse...
YanıtlaSil